09 Ocak 2019 12:37

MEHMET AKİF VE İDEALİ -3-

MEHMET AKİF VE İDEALİ -3-


-Geçen haftadan devam-

Mehmet Akif gerek verdiği vaazlarla gerekse yazdığı yazı ve şiirleriyle milli mücadeleyi desteklediği için İstanbul hükümeti tarafından Darü’l Hikmetü’l İslamiye’deki görevinden alınır. Buna tepkisini şu ironik sözlerle ortaya koyar.

“Doğrusu böyle yapmakla yerden göğe kadar hakları var. Hem bir din müessesinde başkatiplik et, hem de Balıkesir’e git vatanlarını çiğnemek isteyen düşmanlara karşı halkı harekata teşvik et. İşte bu olmadı.”

Mehmet Akif milletvekili olması nedeniyle bulunduğu Ankara'da sık sık Hacı bayram camisine giderek verdiği vaazlarla halkı milli mücadeleyi desteklemeye çağırır. Zaman zaman ise fırsat buldukça Konya ve Çankırı seyahatlerinde bulunur.

Bir gün Çankırı Ulu Camide verdiği vaazda “ibadet için özgürlüğün birinci koşul olduğunu, “kafir bayrağı altında” halifeliğin de “kuru bir sözden ibaret” kaldığını söylemesi dinleyiciler üzerinde büyük etki bırakır.

Birinci ve 2. İnönü zaferlerinin ardından yaşanan yenilgiler nedeniyle düşman orduları Kütahya ve Eskişehir’i işgal etmiş artık Ankara’ya doğru gelmektedir. Umutsuzluğun hakim olduğu bu dönemde bazı milletvekilleri meclisin geçici olarak Kayseri’ye taşınmasını önerir. Bu öneriye şiddetle karşı çıkan M .Akif, meclisin Ankara’da kalması yönünde arkadaşlarını iknaya çalışır ve der ki;

“Telaşa mahal görmüyorum. Evvel Allah Mustafa Kemal’in askerliğine güvenilir. Ordumuz inşallah galebe çalacak. Buna imanım var.”

Savaşın tüm gücüyle devam ettiği ve Büyük Taaruzun yaklaştığı o günlerde meclisin 22 temmuz 1922 tarihli oturumunda alınan karar gereği bir grup arkadaşıyla cepheye bizzat giderek askerlerle diyaloğ kurur onlara moral verir, inanç,ve azimlerini arttırmaya çalışır.

Zaferle sonuçlanan Büyük Taaruzu; “Allah’ım ne muazzam zaferdi o…Ortalık hercümerç oldu…Beş altı saat içinde bir başka dünya doğdu. Ve biz mest olduk” sözleriyle anlatırken kendisine yöneltilen “siz bir şey yazmadınız mı?” sorusuna; “benim ne düşünecek, ne duyacak, ne de yazacak hatta ne yaşayacak takatım kalmıştı… Bizim dilimiz tutulmuş bizzat Ordumuz yazıyordu” diye cevaplar.(F.Kandemir. Yedigün)

Özetleyecek olursak; Mehmet Akif Milli Mücadele yıllarında manda ve himayeye bütünüyle karşı gelmiş tam bağımsızlık için Anadolu yollarına düşmüş halkı vatan savunmasına, milli ve manevi duygular etrafında birleşmeye çağırmıştır.

Yine bu yıllarda “M. Akif, Atatürk'e düzenlenecek bir suikast planı dolaysiyle Türkiye’ye gönderilen, Hindistan’ın hilafet temsilcisi rolüne bürünerek Kuva-yı Milliyecilerin içine sızan ve onların etkinliklerini rapor eden Hint asıllı İngiliz casusu Mustafa Sagir’in deşifre olup yakalanmasını da sağlamıştır. Böylece hem mücadeleye darbe vuracak önemli bir etkenin hem de olası bir suikast girişiminin önlenmesinde doğrudan rol oynamıştır.(Kaynak: Erdoğan Kul.)

Mehmet Akif’in ölümünden sonra O’nun milliyetçi mi yoksa ümmetçi mi olduğu yönü çoğu kez tartışılır olmuştur.

Yeri gelmişken bu hususa kısaca açıklık getirmeye çalışalım. Ancak hemen belirtelim ki sağlıklı bir sonuca varabilmemiz için önce millet, milliyet, milliyetçilik ve ümmet kavramlarını iyi bilmemiz gerekir.

Kabul etmek gerekir ki M. Akif Anadolu çocuğunu cephede tanımıştır. Ondaki vatan sevgisini, yıkılmaz azmi, direnci, kahramanlığı görünce “Çanakkale Şehitleri” eserinde bize şöyle takdim eder;

“Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın.”

Yine Çanakkale’nin bu imanlı şehidini ilahi bir vaad şeklinde tebrik edercesine;

“Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber” derken

Nurettin Topçu’nun ifadesiyle bugüne kadar ne dünya edebiyatında ne de bir başka yerde görülmemiş şekilde “milli irade ile dini iradeyi eserinde birleştirmiştir.”Milliyetçilikle Müslümanlık yan yana bir bütün olmuştur adeta.

Bu güne kadar bizlerde hep yanlış algı oluşturularak sanki milliyetçilik ile dincilik, Müslümanlık birbirlerine karşıymış gibi gösterildi. Milliyetçi kesim; ırkçı, kafatasçı. Dinci Müslüman kesim ise; gerici, hurefeci vatansız bir dünya vatandaşı.

İşte M. Akif bu safsatayı ortadan kaldırıp “Türk’ün Müslümanlıktan, milliyetçiliğimizin İslam’dan ayrılmayacağını” bizlere öğretti. “Asım”da ise milliyetçi mukaddesatçı Türk gençliğinin ideal tipini çizdi.

Çarpıcı olması nedeniyle daha enteresan bir konuya değinelim. Kurtuluş savaşının başladığı günlerde Millet Meclisinde 240 mebus bulunuyordu. Bunların 80 tanesi sarıklı din adamı olarak geçiniyordu. M. Akif bunlardan sadece üçü ile geçinebiliyordu. Kurtuluş savaşında M. Akif vatanperverliği seçip il il dolaştı bazen de cepheye koştu. 77 din adamı diye geçinenler ise “vatan” diye bir dertleri olmadığı için başka ülkelerin mandalığını düşünüyordu.

Peygamber efendimizin ahlak, ruh ve düşünce yapısını, Çin’de bile olsa ilmi alması gerekirken ”Peygamber Sünnetidir” deyip şekil ve kılık kıyafeti taklit eden bu tip dar kafalı taassupçu softalardan bir hayli muzdarip olan M. Akif şöyle seslenir;

Ya taassup! Ya taassup! O kadar maskaraca

Bir yol almış ki, bakarsın başı misvaklı hoca,

Mütehassısken edepsizliğin eşkalinde

En ufak şeyden olur dini hemen rencide!”

-Devamı var-