26 Mayıs 2015 17:35

55 YIL SONRA 27 MAYIS…


Dün, 27 Mayıs 1960 darbesinin 55’inci yıl dönümüydü.


Ülkemde hükumet edenlerden kaç kişi hatırlar acaba; hatırlayanların kaçı hayırla yad eder o günü ve üniformalı mimarlarını; bilemiyorum.


Bakmayın Başbakan Davutoğlu’nun kalabalıklar karşısında coşup “Menderes asılırken –yani 17 Eylül 1961 tarihinde- MHP neredeydi?” diye esip gürlemesine.

Kendileri o tarihte henüz 30 ay 21 günlüktü…Başı siyaseten her sıkıştığında merhum başvekilin ismine sığınan “Büyük Usta”ları da hatırlamaz. Zira Menderes’in asıldığı gün Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan 7 yaşını doldurmuş, 8’inci yaşından da 6 ay 21 gün almıştı.


Her neyse…

Benim gözümde 27 Mayıs 1960, Cumhuriyet tarihimize sürülen bir kara lekedir.
Bütün Demokrat Partililer gibi beni ve ailemi mağdur etmiştir.
O günden sonra tanışmıştım; polis, jandarma, karakol ve hapishaneyle.
Psikolojik ve fiziki işkencenin ne olduğunu ve nasıl yapıldığını o günden sonra görmüş, öğrenmiş ve seller sular gibi ezberlemiştim.


Ne var ki olan biten tüm olumsuzluklara ragmen 27 Mayıs 1960’ı yok sayamam, görmezden gelemem. Fırsat buldukça ya da anıldıkça irkaç söz söylememek gelir içimden. Dün de öyle oldu. Bu düşencelerle oturdum bilgisayarın karşısına. Darbeyi övemezdim. Aralarında Dündar Taşer, Alparslan Türkeş, Ahmet Er ve MHP Gaziantep Milletvekili adayı Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın merhum pederi Muzaffer Özdağ gibi saygı duyduğum insanların bulunduğu çoğu “Hakk’ın Divanı’na hesap vermeye çıkmış darbecilere sövmem de mümkün değildi. Saatlerce düşündüm, ne yazsam diye.


Ailem Demokrat Partiliydi.

Demokrat Parti deyince de, hemen her zaman olduğu gibi, darbenin mağlubu, mağduru, mazlumu ve masumu Merhum Adnan Menderes geldi akıma.
Dedem, babam, amcam, dayım ve sülalede tanıdığım hemen herkes “demirkırat” der, başka bir söz etmezlerdi. Gerçi Urfa’dan Ankara’ya gönderdiklerinden pek mumnun değillerdi ama Bayar’a, Menderes’e, Köprülü, Koraltan ve Polatkan’a toz kondurmazlardı Her biri yaşına ve başına göre ya kardeşi, ya ağabeyi ya da evladı gözüyle bakarlardı bu öncü kadroya.

Adnan Menderes’e duyduğum muhabbetin ilk başlarda Demokrat Parti ile, siyaset ve hükumetle hiç bir ilgisi yoktu. Olamazdı da. parmak kadar çocuktum o yılarda, siyasetten anlamazdım.

Adnan Beg’de beni çeken, adını koyamadığm bir şey vardı. Belki yüzünden hiç eksik etmediği tebessümdü; belki de ruhunun güzelliğini dıþa yansıtan yüzü, hali-tavrıydı. Beyefendiliği; çocukla çocuk, büyükle büyük oluşuydu belki de. 1960 darbesinden sonra daha da artan ve hala devam eden sevgimin sebebi, onun mazlumiyetine ve masumiyetine olan inancımdı aslında.

Urfa’ya gelişlerinde mutlaka ve hem de çok çok yakından görürdüm merhumu. Bir kaç keresinde yakından ilgilenmiş, başımı okşamış, alnımdan öpmüştü.

Urfa’nın meşhur Eskici Pazarı’ndaki Esnaf Kahvesi’nde.. Hasan Padişah Camiinin kıble duvaının önüne kurulan küsüde... Topçu Meydanı’nda ve Fırat’ın öte yüzünde... 11 Nisanlarda, Urfa’nðn Kurtuluþ Bayramlarında.. Birecik Köprüsü’nün temel atma ve açılış şenliklerinde.. Ve en çok da Urfa’nðn Hekimdede Mahallesi’nde, Yemenici (Eskici) Esnaf Şeyhi Düzençi Osman (Akıllı) Çavuş’un fakirhanesinde gördüğüm Adnan Menderes gelir gözlerimin önüne.

Ayazın insan cildini jilet gibi kestiği, soğuk mu soğuk bir bozkır gecesinde buluyorum kendimi. Altıncı yaşıma henüz girmişim..
Evin en büyük odasındayız. Baş oda dedikleri misafir odasında.
Baş odanın başköşesinde beş büyük siyasetçi. Dilleri, giysileri, oturuşarı, kalkışları hane halkından ve diğer misafirlerden farklı beş büyük insan. Osman Çavuş’un ifadesiyle, “beşibiyerde devlet böyüklerimiz”
Beşlinin ortasında istikbalin reisi-i cumhuru ve İstiklal Harbinin Galip Hocası Mahmut Celal Bayar oturuyor. Sağðında yıllar boyu “Ednan Emmi” diye andığım güler yüzlü adam, Adnan Menderes...

Menderes’in sağında söze pek girmeyen, iri yarı, koca göbekli bir dev adam. Yıllar sonra, ilkokul ikinci sınıfa gittiğim günlerde, bir gazeteden öğreniyorum isminin Refik Koraltan olduğunu. Celal Bayar’ın solunda Hitler’i çağrıştıran badem bıyığıyla İstanbul Darülfünun’u müdderrislerinden Köprülüzade Mehmed Fuad Beg diye takdim edilen Prof. Fuat Köprülü. Bu büyük hocanın yanında ise, kim olduğunu hiçbir zaman öğrenemediğim genç bir politikacı var. Belki Polatkan belki bir başka Demokrat Parti kurucusu. Bir de yine sonradan tanıdığım ve tanıştığım D.P. Urfa Milletvekili Reşit Kemal Timuroğlu var bu beşliye yakın oturan.

“Alaman Harbi”ne girmeden üçbuçuk yıl yokluklar içinde askerlik yapan, karaborsa ve karnenin sıkıntılarını çeken insanların; “şekersiz bırakılıp babasız bırakılmayan çocukların”, “Varlık Vergisi” mağduru zenginlerin gözünde Türkiye’nin halaskar-ı sanileriydi hepsi de.
Ve bu heyet-i alinin karşısında inançla sıralanmış esnafın ve eşrafın sözü dinlenenleri. Urfa’nın sözünü söyleyecek olanlar var. Hepsi de olanların, ev sahiplerinin aklından geçenlerin farkında besbelli. Dilleri suskun, sesleri solukları pek çıkmıyor ama, gözleriyle konuşuyorlar.
“-Sizi anlıyoruz” diyorlar.
Bu arada çaylar dolduruluyor bardaklara. Ev sahibi kendi elleriyle indiriyor bardakları misafirlerinin önüne. Bayar’ın da Menderes’in ve diğer yol arkadaşlarının da bakışları bardaklara odaklanıyor.


Bardaklarda ne kaşık var ne tabaklarda şeker.
Osman Çavuş mangalðn altðndan aldığı kuru üzüm dolu bakır kabı uzatıyor misafirlerine.
Yüzlerde acı bir tebessümün çizgileri...
Dakikalarca tek kelime konuşmayan Bayar, donuk gözlerle odadakileri tek tek süzerken;
“Biz eteğimizdekileri önünüze döktük efendiler. Şimdi sıra sizde. İstekleriniz ne ise ve ne varsa söyleyin. Yapabileceğimiz şeylerse, dileyin bizden ne dileyecekseniz” deyiveriyor.
“Buyur Osman Çavuş” diyerek Reşit Kemal Timuroğlu giriyor söze.
Bayar başıyla tasdik ediyor. Osman Çavuş dizlerinin üstünde doğruluyor; son günlerde çokça gördüğü siyasetçilere özenircesine sağ elini havaya kaldırıp şahadet parmağıyla kelimelerin altını çize çize konuşmaya başlıyor.
“-Canıyızın sağlığından ma’da bir arzumuz, bir istğimiz veya maruzatımız yohtur begim” diye klasik bir girizgah yaptıktan sonra sustuğu anda yine Reşit Kemal Timuroğlu yetişiyor imdadına.

“- Vardır bir þeyler Çavuş.. Çekinmeden söyle!.”
Osman Çavuş günah benden gitti dercesine kelimeleri peşpeşe sıralıyor.
“-Vardır begim!. Bir tek isteğimiz vardır!.. Ezan-ı Muhammediyi eskisi gibi Allahu Ekber diye okumak isteriz begim!..”
Mahmut Celal Bayar mermer bir heykel gibi tepkisiz.
Fuad Köprülü belki de mahçubiyetten başını öne eğiyor.
Ve Menderes..

Hayran gözlerle bakıyor Osman Çavuş’a. Dudakları titreyerek aralanıyor; konuşmak istiyor, bir şeyler söylemek istiyor ama söyleyemiyor. Gözleri, o kadar çok şey anlaıyor ki dayanamıyor Osman Çavuş. Ok gibi fırlıyor oturduğu yerden, Adnan Menderes’in boynuna sarılıyor, elini öpmek istiyor. İzin vermiyor geleceğin başvekili. Elleriyle gözlerinden dökülmeye başlayan yaşları siliyor.
Yarım yüzyıl önce ipe çektiğimiz ya da ipe çekilmesine gözyumduğumuz Adnan Menderes’e dair küçük bir anektodla anmak istedik.
Makamı cennet olsun!..